TÜRKİYE SOSYALİST İŞÇİ PARTİSİ (TSİP) SOCİALİST WORKERS' PARTY OF TURKEY
KURULUŞ:
15-16 HAZİRAN 1974
ORGANIZATIONS:
15-16 JUNE 1974
48.
YILINDA... SOSYALİZM YOLUNDA...
EKİN SANAT DERGİSİ
İSTANBUL İL TEMSİLCİLİĞİ
Osmanağa Mah. Nüzhetefendi Sok.
Başaranoğlu İş Hanı No.20 Kat.4 Daire 6
-.7
KADIKÖY- İSTANBUL
TEL: 0216 337 82 10
CUMHUR
İTTİFAKI İLK TURDA YENİLMELİ
TURGUT KOÇAK (GENEL BAŞKAN)
28 OCAK 2023
Seçimlere şunun şurasında pek bir şey kalmış değil. 6’lı Masa’da işi
biraz daha ciddiye almak için 6’lı Masa’nın adını “Millet ittifakı”
olarak değiştirdi ve bundan 73 yıl önce kullanılan bir sloganla da
“Yeter söz milletin” denilerek bir adım daha atılmış oldu. Yıl 2023.
Aradan bunca zaman geçmiş yeni bir slogan bile üretmekten yoksun hem
iktidar hem de muhalefet bu içi boş sloganla karşı karşıya gelip
kozlarını paylaşacaklar. “Millet ittifakı” “Türkiye’nin 13.
Cumhurbaşkanı, ‘Yeter Söz Milletindir’ diyen Millet İttifakı’nın
adayı olacaktır” vurgusunu da yaparak sanırız çığır atlayacağını
düşünmüş olmalı ki açıklama bu şekilde yapıldı.
Bu arada Erdoğan’ın 3. Kez aday olamayacağı vurgusu da yapılarak bir
adım da bu yönde atılmış oldu. Oysa daha önce bu konu şöyle bir
geçiştirilir ve Kılıçdaroğlu tarafından “Diyelim ki ses çıkardık
nereye gidecek? YSK üyelerini atayan kim? Erdoğan. İtiraz edeceğin
hiçbir yer yok” denilerek Erdoğan’ın bu yaklaşımı çıkarına
kullanacağı bir “mağduriyet” yaratarak sonuç almaya çalışacağı
yolunda görüşler yüzünden konuya oldukça temkinli yaklaşılıp
iktidarın sandıkta yenileceği izlenimi verilmişti ama gelen yoğun
baskılar sonrasında aday olamayacağı yönünde de bastırılacağı
yönünde böylece adım atılmış oldu.
Aday olmaması gerektiği, aday olmasının Anayasa’ya aykırı olduğunun
kamuoyu ile paylaşılacağı üzerinde de durularak çok iddialı bir
tutum sergilenmese de sonuçta bu konunun da dile getirileceği bir
şekilde kamuoyuna duyurulmuş oldu. Tam, buraya kadar anladık da bu
konuda ne gibi adımlar atılacağı, salt “aykırıdır” mı denilerek
karşı çıkılacağı yoksa başka yolların da denenip denenmeyeceği
belirsizliğini ne yazık ki koruyor. Karşı çıkılması ve ilgili
yerlere itirazda bulunulması bir sonuç getirmeyeceğine, başkaca da
kamuoyu yaratmak amacıyla kitlesel bir karşı çıkış da
örgütlenmeyeceğine göre sonuç anlaşıldığı kadarıyla çok da değişmiş
olmayacak. Düşük dozlu bir karşı olma yöntemi ile yetinilecekse
karşı çıkmanın da fazladan bir getirisi olmayacak demektir ki işte
“Millet İttifakı” bu konuda çok da net değil…
Erdoğan 14 Mayıs tarihinde yapılacak sözüm ona “Erken seçim kararını
TBMM almazsa yetkimi kullanacağım” diyen Erdoğan’ın neye dayanarak
yetkisini kullanacakmış halkımız hiç merak etmiyor mu? Ya da
halkımızın bu konu ile ilgili bilgilendirilmesi kim ya da kimlerin
görevidir acaba? Erdoğan şimdilik topu Meclise atarken kendisinin
karar alması için de bir zemin hazırlıyor fakat kendisi böyle bir
karar aldığında ise adaylığı Anayasal olarak suya düşüyor demektir
ki zaten kendi davranışı ile bunu bir şekilde de kabul etmiş oluyor
ama her ne hikmetse Anayasa’ya aykırı davranma savı bunlarda bir
davranış şekline dönüştüğü için “Ne yapalım, adam zorla dediğini
yapıyor” noktasına da bizleri getirmiş olmuyor mu?
Millet İttifakı Ortak politikalar Mutabakat Metni’ni önümüzdeki
günlerde açıklayacak. Saadet Partisi’nde yapılacak olan bu toplantı
13 Şubat günü yapılacak. Yani 14 Mayıs tarihine 90 gün kala
yapılacak olan bu toplantıda Cumhurbaşkanı adayını da açıklaması
büyük bir olasılık içinde. Oysa adaylık konusunda bir uzlaşıya
varıldığına dair herhangi bir şey ortada yok. 26 Ocak günü İyi
Parti’de yapılan toplantı sırasında İyi Parti Genel Başkan
Yardımcısı Kılıçdaroğlu’nun aday olmaması gerektiği düşüncesini
ileri sürerek görevinden istifa etmemiş miydi? Neymiş efendim,
“Sokakta Kemal Bey’e itiraz görüyoruz. Kılıçdaroğlu diretirse İyi
Parti kendi adayanı çıkarır” diyen Paçacı değil miydi? Ya benzer
şeylerle karşılaşılır da yeni bir curcuna ile güvensizlik toplum
katına domino etkisi şeklinde yansırsa ne olacak o zaman? Paçacı
bununla kalsa iyi üstüne üstlük bir de “toplumdaki mezhepsel
önyargılara” da işaret edilme gereği duyuluyorsa itirazların burada
kesilmeyeceğini görmemek olası mı? Bu durumda diyelim ki
Kılıçdaroğlu’nun adaylığı kabul görse de benzer itirazlar yüzünden
sözü geçen partilerin oylarının Kılıçdaroğlu’na bire bir geleceği
düşüncesi suya düşmüş olmaz mı?
Onca hukuksuzluğu bu topluma dayatanlar, üçüncü kez aday
olamayacakken bir anlamda zorla yasaları hiçe sayarak aday
olabilenlerle de yeterince hesaplaşılamazken Millet İttifakı hala ne
diye aday arayıp durur? Bir an önce adayın belirlenmesi ve geniş
kesimlerin desteğini alacak ilkeler ortaya konularak
kenetlenilmesinin gerektiğine karar verilmesi bu kadar zor mu? Hem
geç kalınmışlığı da düşünürsek hemen her konuda yığınların
aydınlatılması ve cumhur ittifakı karşısında bir kale gibi durulması
için zamanımızın ne kadar kısa olduğu görülemiyor mu? Hemen her
konuda bir an önce ikircikli tutum ve davranışlardan vaz geçilmeli
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turda bitirilmesi için kollar
kesinlikle sıvanmalıdır.
Bütün bunları yaparken iki ittifakın dışında iki ittifakın ‘Emek ve
Özgürlük İttifakı’ ve ‘Sosyalist İttifak’ın da düşüncelerinin
alınması onların söylediklerine kulak verilmesi gerekmiyor mu? Hatta
bu ittifakın dışında kalması olasılık içinde olan devrimcilerin,
ilericilerin, sosyalistlerin de olduğunu anlamak ve görmek bu kadar
zor mu?
Diyelim ki zor. İşte o zaman da kazanmak hiç de çantada keklik
değildir, bilelim de…
AKP Ordu Milletvekili Şener Yediyıldız açık seçik yaptığı
konuşmasında Erdoğan’ın ayakkabılarını ellerimizle yalamalıyız dedi
mi?
Dedi.
Şimdi öğreniyoruz ki yeğeni eski Tuğ General Numan Yediyıldız
Fetöcülükten aranıyormuş.
Demek ki neymiş bu zırva boşuna değilmiş.
**************
Ülkemizde başörtüsü diye bir sorun kalmamışken dinci, gerici ve
faşistlerin bir kaşık suda fırtına koparmalarını iyi anlamak
gerekir.
Çünkü başörtüsü sorunu yok.
Kimse de kimseye başörtüsü takıyor diye kötü bir davranış içinde
değil ama başı açık kadınlara yönelik tehlike hep var.
.
31 ARALIK 2022 - 21 OCAK 2023
1- 2023 yılına girildikten sonra Türkiye’de gündemi belirleyen ve kamuoyunu sarsan ilk olaylardan biri, eski Ülkü Ocakları Başkanı ve MHP'de önemli görevlere ve Ülkü Ocakları Başkanlığı’na getirilip, sonra da bu görevinden alınmış olan Sinan Ateş’in Ankara’da gündüz vakti silahla vurularak öldürülmesi olmuştur.
Ankara’da gündüz vakti işlenmiş olan bu cinayet, Türkiye’de AKP-Saray İktidarı ve Cumhur İttifakının ülkeyi yönettiği son yıllarda siyasetin ne kadar kirlendiğini, devletin güvenlik kurumlarının bu ittifak ve iktidar altında ne kadar yozlaştığını göstermektedir.
Cinayetten sonra MHP Lideri ve yönetiminin Sinan Ateş’in ailesine ve kamuoyuna taziye mesajı dahi göndermemesi, onun anılmasına karşı çıkması ve İçişleri Bakanı olan Süleyman Soylu’ nun Sinan Ateş’i hedef alan açıklamaları, dikkatlerin ve şüphelerin MHP Yönetimi ve İçişleri Bakanı Soylu üzerinde toplanmasına neden olmuştur.
Sinan Ateş, ölünceye kadar MHP içinde yer almasına rağmen MHP ve bugünkü Ülkü Ocakları yönetiminin onun anılmasına karşı çıkması ve bunu yasaklaması, MHP Yönetimi ile Sinan Ateş arasında ciddi bir sorunun olduğunun ve bu sorunun üstünün örtülmesi için Ateş’in hedef alınarak öldürtüldüğünün bir kanıtıdır.
Muhalif medyadan elde edilen bilgilere göre 2023 yılının Ocak ayının ilk günlerinde işlenen bu cinayetin muhtemel en güçlü nedeni, MHP Yönetimi ile Ülkü Ocakları yönetiminin İçişleri Bakanı ile birlikte bulaştıkları, uyuşturucu madde ticareti ve satışı da dâhil olmak üzere suç ekonomisinin organizasyonunu yönetip, buradan pay almalarıdır.
Ateş, MHP içinde ve Ülkü Ocaklarında yaptığı çalışmalarla bunun önüne geçmeye, bunu engellemeye çalışmış, bu tür faaliyetlere karışanları Ülkü Ocaklarından uzaklaştırmaya çalışmıştır.
Bunun üzerine Ateş, MHP Yönetimi içinde suç ekonomisini organize edenlerle çatışmış ve onların Devlet Bahçeli’ye yaptıkları baskı sonucu Ülkü Ocakları Başkanlığı’ndan alınmıştır.
Ateş’in MHP Yönetimi ve Ülkü Ocakları’nda suç ekonomisini organize edenlerle ilgili çalışmaları bundan sonra da devam etmiştir.
Bunun üzerine MHP Yönetimi içinde AKP-Saray Hükümetinin İçişleri Bakanıyla birlikte suç ekonomisini organize edip, buradan pay alıp, önemli bir servet edinenlerin ve yaptıklarının açığa çıkmaması için mafya ve devlet güçleriyle anlaşılarak gündüz vakti mafyadan alınan tetikçilerce öldürülmüştür.
Sonradan yapılan araştırmalar sonucu, mafyanın bu tetikçilerinin özel harekât polisleri tarafından bir mafya babasının çiftliğinde eğitim görmeleri sağlanmış, sabıka kayıtları olan bu kişilerin yakalanmaması için özel harekât polisleri ve emniyetten kimi görevli amirlerin gözetimi altında suç mahalline götürülerek burada cinayeti işlemeleri sağlanmıştır.
Cinayetten sonra alınan tetikçiler, Beykoz’da mafya babalarının ve onlarla ilişki halinde olan devlet yetkililerinin ve iş adamlarının bulunduğu bir otele götürülmüşlerdir.
Ancak cinayetin üzerine düşülmesi sonucu bunlardan biri bu otelde yakalanmıştır.
Diğeri ise MHP Mersin Milletvekili Olcay Kılavuz’a ait bir evde bulunup, milletvekilinin direnmesine rağmen yakalanıp gözaltına alınmış, daha sonra savcılık talimatıyla serbest bırakılmıştır.
Bütün bunlardan da anlaşılacağı gibi Sinan Ateş’in öldürülmesiyle ilgili cinayet, planlanarak işlenmiş, bu cinayetin işlenmesi için mafyanın tetikçileri kullanılmış, bunların eğitilmesi, kullanılması için de devletin güvenlik birimleri olan özel harekât polisleri ve emniyet güçleri devreye sokulmuştur.
Devletin yetkili güçlerinin desteği ve koruması sayesinde de mafya bu suçu işleyecek tetikçileri bulup görevlendirmiş ve suçun işlenmesi ile ilgili görevi üzerine almıştır.
Bu da siyasiler, devlet görevlileri ve organize suç örgütleri arasındaki kirli ilişki ve bağlantıları açıkça ortaya koymakta, AKP-Saray İktidarı döneminde hem AKP İktidarının; hem de ortağı olan MHP Yönetimi’nin suç ekonomisine ve suça nasıl bulaştıklarını ortaya koymaktadır.
Eskiden de var olan organize suç örgütleriyle devlet arasındaki ilişkiler, son dönemde eskisiyle kıyaslanamayacak kadar artmış ve gelişmiştir.
Bütün bu gelişmelere rağmen tetikçilerden birinin Beykoz’da mafyanın ve mafyayla birlikte çalışanların kaldığı otelde yakalanıp gözaltına alınması ve cinayetin üzerine düşülmesi, sarayın ısrarlı takibi sonucunda olmuştur.
Kuşkusuz saray, bu suçun nasıl işlendiğini tespit ettirip, suçu kısmen aydınlatarak buradan elde edeceği bilgileri ileride MHP Yönetimi’ne karşı kullanarak MHP’nin AKP’ye bağımlılığını arttırmaya, devlet ve yönetim üzerindeki etkisini azaltmaya çalışacaktır.
Bunun yanında saray, İçişleri Bakanı Soylu karşısındaki konumunu güçlendirerek Soylu’ nun kendisi için bir rakip veya tehlike olmasını önlemeye çalışacak, hatta seçimlere az bir zaman kala Soylu’ nun görevini bir başkasına bırakarak AKP içinde arka planlara düşmesi bile sağlanabilecektir.
Buradan da anlaşılacağı gibi bu cinayet ve doğurduğu sonuçlar, sadece devletin ne kadar yozlaştırıldığını, iktidarın ve ortaklarının ne kadar suça battığını göstermekle kalmamakta; aynı zamanda iktidar ortakları ve AKP içindeki klikler arasındaki çıkar ve güç kavgasının ne kadar kızıştığını da ortaya koymaktadır.
*********
2- Yeni yıla girerken üzerinde tartışılan 2023 yılı bütçesi de kesinleşti.
Her zaman olduğu gibi bu yılın bütçesinde de vergi yükünün büyük bir bölümü, işçi sınıfının, emeğiyle geçinen toplum kesimlerinin üzerine yığılırken, sermaye kesimine, patronlara ve mali sermayeye işçi sınıfının sırtından sürekli olarak kaynak aktarılmakta, ülkenin kaynaklarının büyük bir bölümü, yerli ve yabancı tekellere, patronlara ve mali (para) sermayeye gitmektedir.
Buna göre muafiyet ve istisnalarla patronların ödeyeceği 750 milyar liralık vergiden vazgeçiliyor.
Kamu hizmetlerine yatırıma, yeni hastane ve okul yapmaya yeterince kaynak ayrılmıyor.
Buna karşılık vergi yükünün büyük bir bölümü işçi sınıfının ve emeğiyle geçinenlerin sırtına yıkılıyor.
İşsizlik maaşından bile vergi kesintisinin alınmasına karşılık borsa kazancından vergi alınmıyor.
Her 100 liranın 18 lirası faize giderken, her dördünden biri okula aç giden çocuklara bir öğün yemek verilmesi için kaynak ayrılmıyor.
Kur Korumalı Mevduat Sistemi’ne müşteri garantili şehir hastanelerine, yol, köprü, havaalanı KÖİ (kamu özel sektör ortaklığı) projelerinde sermayeyi teşvik etmek için emekçilerin kasasından geniş çaplı kaynak ayrılırken, artan mazot, gübre, ilaç maliyeti nedeniyle toprağını ekemeyen çiftçilere destek verilmeyip, kaynak ayrılmıyor.
Bunun ayrılan payın %yanında kadın istihdamına, sığınaklara, kreşlere yeterli kaynak ayrılmıyor.
Buralara ayrılan kaynakların da bir kısmı kullandırılıyor.
Sermayeye her türlü teşvik ve destek verilirken, gittikçe yaklaşan Büyük İstanbul Depremi başta olmak üzere deprem gibi doğal afetlerin yol açacağı yıkımlara ve bu yıkımları önlemek için alınacak önlemlere kaynak ayrılmıyor.
Bunların dışında OECD ortalamasına göre eğitim bütçesinin milli gelire oranı % 6 iken, bu oran 2023 bütçesinde % 2,3 de kalıyor.
MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına 2002 yılında % 17,18 pay ayrılırken, bu pay 2023 yılında % 9.18’ de kalıyor.
2023 Bütçesi’nde tüm kamu hizmetlerine ayrılan yatırım harcamalarının toplam bütçe içindeki payı ise bütçe gelirlerinin sadece % 10’ una karşılık geliyor.
Bütçeden kamu hizmetlerine ayrılan payın % 80’i zorunlu giderler için (personel giderleri ve sosyal güvenlik devlet primi giderleri) ayrılıyor.
Buna karşılık toplam gelir vergisinin % 70’i ise ücretiyle, maaşıyla geçinen işçilerden, kamu emekçilerinden alınacaktır.
Özetle 2023 yılında da hükümetin yaptığı bütçe, sermayenin, patronların yararına bir bütçe olup, vergi yükünün büyük bir bölümü emeğiyle geçinenlerin, işçilerin ve emekçilerin sırtına yüklenirken, onların sırtından mali sermayeye (para sermaye), yerli ve yabancı tekellere, patronlara kaynak aktarılmaya devam edilecektir.
Türkiye işçi sınıfı devrimci bir önderlik altında örgütlenerek ekonomik ve siyasi yaşama ağırlığını koymadıkça bu durum da böyle sürüp gidecek, krizlerin faturası da işçilere ve emekçilere ödettirilecektir.
*********
3- Bu hafta 19 Ocak’ta Türk Vatandaşı sosyalist bir Ermeni yazar ve gazeteci Hırant Dink’in öldürülüşünün 16. Yılıydı.
Hırant Dink, öldürülüşünün 16’ ıncı yılında, çalıştığı Gazeteci, yazar Hırant Dink’ in öldürüldüğü gazetenin bulunduğu apartmanın önünde ve defnedildiği mezarlık olmak üzere İstanbul ve İzmir’de anıldı.
Çalıştığı büronun bulunduğu apartmanın önünde yüzlerce kişi toplandı.
Cinayetin sorumluları ve suçlular protesto edildi.
Hırant Dink’ in katledilişinin üzerinden bu yana tam 16 yıl geçmesine rağmen bu cinayet tüm yönleriyle aydınlatılamamış, cinayetin sadece tetikçisi ve onu bulup suça yöneltenler yakalanıp cezalandırılmışlardır.
Buna karşılık cinayetin kimler tarafından planlandığı ortaya konmamıştır.
Dink Cinayeti, bu ülkede aydınlara, kamuoyunda tanınmış sosyalist gazeteci ve yazarlara karşı işlenen suçların ilki olmayıp, bu tür cinayetlerden sadece bir tanesidir.
Diğer cinayetlerde olduğu gibi bu cinayet de bütünüyle aydınlatılamamıştır.
Çünkü Dink Cinayeti’ de devlet güçleriyle birlikte işlenmiş, katilleri sermaye düzeninin çıkarlarını savunan devlet güçleri tarafından teşvik edilip, korunmuştur.
Bu yüzden bütün yönleriyle açığa çıkarılıp aydınlatılmamıştır.
AKP’nin iktidarda olduğu 2007 yılında işlenen bu cinayetten günümüze 16 yıl geçmesine rağmen cinayetin bütünüyle aydınlatılmaması, AKP-Saray İktidarının da bu suçun bütün yönleriyle ortaya çıkmasını istemediğini göstermektedir.
Bunun sonucunda Dink Cinayeti, bir tetikçi olan Ogün Samast’ la sınırlı tutulup, üstü örtülerek AKP-Saray Hükümeti ve devlet yetkilileri tarafından gündemden düşürülmüştür.
Ancak Türkiye’de devrimci parti ve örgütler, tüm ilerici ve demokrat güçler, Dink’i anmaya ve onun anısını yaşatmaya devam edecek, ona ve onun gibi diğer demokrat ve devrimci gazeteci ve yazarlara karşı işlenip üstü kapatılmaya çalışılan suçları kamuoyuna anımsatmaya ve bunların aydınlatılması için mücadele etmeye devam edeceklerdir.
***********
4- AKP-Saray Hükümeti’nin Rusya’nın baskısı ve İran’ın da etkisiyle Suriye’nin meşru hükümeti olan Esad Yönetimi’yle görüşmelerde bulunduğu artık hükümetin yetkilileri ve saray tarafından da açıklanıyor.
Görüşmelerinin ayrıntıları hakkında fazla bilgi verilmezken, AKP-Saray Hükümeti’nin Esad Yönetimi’yle bir anlaşmaya doğru gittiği bir gerçektir.
Bu anlaşmanın henüz gerçekleşmemiş olmasına rağmen Rusya’nın etkisiyle görüşmeler devam etmektedir.
Görüşmeler de İran’ın da bir etkisi bulunmaktadır.
Esasen Türkiye ve Suriye Savunma Bakanları arasında 28 Aralık-2022’de Rusya’nın başkenti Moskova’da 11 yıl sonra ilk üst düzey temas sağlanarak bir görüşme yapılmıştı.
Bu görüşmeler 2023 yılının Ocak ayında da artarak devam etmektedir.
AKP-Saray Hükümeti, Suriye’de içine düştüğü sıkışıklıktan kurtulmak, Rusya ile olan ilişkilerini geliştirerek gelecek seçimlere kadar Rusya Yönetimi’nden daha fazla destek almak, İran’la olan ilişkilerindeki pürüzlerden kurtulmak için Suriye Yönetimi’yle temas kurmak zorunda kalmıştır.
Zira Suriye’deki durum, hem Rusya ve İran’ın tepkileri ve baskıları; hem de Türkiye’nin sınır güvenliği, Suriyeli Mültecilerle ilgili olarak yaşanan sorunların kamuoyunda, AKP tabanında ve MHP ile ilişkilerde neden olduğu gerilim nedeniyle artık sürdürülemez hale gelmiştir.
Diğer yandan Türkiye’nin Arap Ülkeleriyle olan ilişkilerini geliştirmesi, ilerletmesi ve bu ülkelerin ekonomik kaynaklarından daha fazla yararlanması da Suriye’de atılacak adımlara bağlı kalmaktadır.
Bunun yanında AKP-Saray İktidarı ve ortağı olan MHP ile devlet güçleri, Suriye’nin kuzeyinde ABD’nin desteğinde Kürtlere örnek olacak bir YPG-PYD yapılanmasının devletleşmesinden korkmakta, bunu engellemeye çalışmaktadırlar.
Bunu da ancak Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyacak bir anlaşmaya yönelecek şekilde Suriye Yönetimi’yle anlaşarak yapabilirler.
Öte yandan Türkiye’nin sınır güvenliğinin sağlanması ve Ortadoğu’daki terörün Türkiye içinde yayılmasının önüne geçilebilmesi için de bu görüşmeler zorunludur.
Aksi takdirde AKP-Saray Hükümetinin bile kontrol edemeyeceği gelişmeler ortaya çıkabilir.
Bu da ülkeye olduğu gibi AKP-Saray İktidarına da zarar verebilir.
Bütün bu mecburiyetler, AKP’nin ve sarayın Suriye Politikasını köklü bir biçimde değiştirmektedir.
Türkiye ile Suriye arasında yapılacak olan bu görüşmelere kuşkusuz ki en fazla karşı çıkan devlet ABD olmaktadır.
ABD Yönetimi, Türkiye’nin veya bir başka devletin Şam Yönetimi’yle, yani Esad Yönetimi’yle görüşmesini desteklemediklerini, müttefikleri olan devletlerin de bu tür görüşmeler yapmasına karşı olduklarını örtülü olarak açıklamışlardır.
Bu da Suriye’de yaşanan büyük yıkım ve iç savaşın en büyük sorumlusunun Amerikan Emperyalizmi ve Amerikan Yönetimleri olduğunu açıkça göstermektedir.
ABD Yönetimi, Türkiye Suriye görüşmeleri sırasında Suriye’nin kuzeybatısındaki İdlip Bölgesi’nde bulunan dinci örgütleri etkileyerek bunların içinden bir gruba saldırılar düzenlettirerek bu görüşmeleri baltalamaya, görüşmelerin sürdürülmesini engellemeye çalışabilir.
Bunun dışında AKP-Saray Hükümetinin Suriye’de Esad Yönetimi’yle yapmakta olduğu bu görüşmeler, AKP-Saray Hükümetinin beslediği dinci-gerici örgütlerle AKP Hükümetinin arasının gittikçe açılmasına, hatta bu güçlerle bölgedeki Türk Askerleri arasında çatışmalara da yol açabilir.
Bu da AKP-Saray Hükümeti ile İdlip’ deki İslamcı-dinci ve gerici örgütler arasındaki ilişkilerin yakın gelecekte daha fazla bozulacağını gösteriyor.
Bunun sonucunda İdlip’ deki AKP-Saray Hükümeti’nin beslediği bu dinci-gerici güçler, Türkiye’deki uzantılarına Türkiye’ye yönelik olarak terör eylemleri yaptırabilirler.
Öte yandan AKP-Saray Hükümetinin Kuzey Suriye’de PYD-YPG Güçlerine karşı yapacağı kara harekâtı ise ABD Yönetimi’nin buna karşı çıkması, Rusya Yönetimi’nin ise böyle bir operasyona destek vermeyip, göz yummak istememesi nedeniyle gerçekleştirilememektedir.
İlerde de gerçekleştirilmesi kuşkuludur.
Bundan dolayı da AKP-Saray İktidarı, bu bölgede sadece sınırlı bir hava harekâtı ile yetinmek zorunda kalacak ve bir kara operasyonuna girip bunu Türkiye içinde seçimlere dönük olarak bir başarı olarak kullanamayacaktır.
Zira ham ABD, hem de Rusya’nın böyle bir operasyona karşı olması, bu operasyonun gerçekleşmesi olasılığını da büyük oranda düşürmüştür.
Bütün bunların dışında ABD ile yapılan görüşmelerden bir sonuç alınamamış olması nedeniyle AKP-Saray İktidarı Rusya’nın desteğini sağlamak için daha fazla çaba sarf etmek zorunda kalacak, Suriye Yönetimi ile olan görüşmelerine de hız vermek zorunda kalacaktır.
**********
5- Son dönemde alınan haberler, cumhur ittifakı içinde yapılan görüşmeler, 2023 yılının haziran ayında yapılacak olan genel seçimlerin bir ay erkene alınarak 14 Mayıs tarihinde yapılmasının muhtemel olduğunu gösteriyor.
Meclisteki muhalefet partilerinin kabul etmemesi halinde cumhurbaşkanı, 2017 yılında yapılan anayasa değişikliğinin kendisine tanıdığı yetkiye dayanarak Mart ayı başında meclisi dağıtabilir ve bundan 60 gün sonra da seçime gidilir.
Bu durumda seçimler için seçilecek tarih te 14 Mayıs Pazar günü olacaktır.
Kuşkusuz ki 14 Mayıs tarihinin Türk Sağı için büyük bir önemi vardır.
AKP-Saray hükümeti, seçim için bu tarihi seçmekle tüm sağı kendi çevresinde toplayıp, sağdaki rakiplerini zayıflatmak isteyecektir.
Ancak bugün yaşanan ağır ekonomik sorunlar, eşi benzeri görülmemiş yolsuzluklar ve hukuk dışı tutumlar nedeniyle bunun büyük bir etkiye yol açması mümkün değildir.
AKP-Saray İktidarı, artık sermaye sınıfına bile eskisi kadar güven verememektedir.
Bunun dışında seçimlerin erkene alınması, Erdoğan’ın son kez cumhurbaşkanlığına adaylığını koymasını kolaylaştıracaktır.
Ancak şu anda yürürlükteki anayasaya göre de aynı cumhurbaşkanı üçüncü kez aday olup cumhurbaşkanı seçilememektedir.
Bunun için meclisteki muhalefet partilerinin Erdoğan’ın üçüncü kez aday olmasına karşı bir tutum alarak bunu kamuoyunun gündemine taşımaları gerekmektedir.
Her ne kadar bu durumu engelleyemeseler de AKP-Saray Hükümetinin bu konuda da hukuk ve yasa tanımayan keyfi ve baskıcı yönünü daha açık bir biçimde ortaya koymaları gerekir.
Bunun dışında hem meclis içinde yer alan muhalefet partileri, hem de meclisin dışında yer alan muhalif güçler, devrimci parti ve örgütler, faşizmin en güçlü ve en etkili odağı haline gelen AKP-Saray Hükümetinin seçimlerde yapacakları hileleri önlemek, sandıklara sahip çıkmalıdırlar.
Bunun dışında seçim öncesinde seçmen listelerinde yapılacak hileleri ve seçim gününde de seçmenlerle ilgili olarak yapılabilecek hileleri önlemek için gerekli çalışmalarını hızlandırmalı ve bu çalışmaları daha sistemli ve örgütlü hale getirmelidirler.
Facebook'a
Tıkla
Beğen - Yorum Yap - Paylaş
10 Şubat1953 - 21 Temmuz 2021
DİSK BASIN-İŞ ESKİ GENEL SAYMANI
TSİP
MYK ÜYESİ SERMİN ÖNER (ŞAHİN),
ÖLDÜ...
AMA, YENİLMEDİ...
ÇÜNKÜ,
"TESLİM OLMAYANLAR
YENİLMEZ"
Nâzım Hikmet:
Ölenler
Dövüşerek öldüler;
güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zapt edeceğiz
güneşin zaptı yakın!
Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
Kalın tuğla bacalar
kıvranarak
ötüyor!
Haykırdı en önde giden,
emreden!
Bu ses!
Bu sesin kuvveti,
bu kuvvet
yaralı aç kurtların gözlerine perde
vuran,
onları oldukları yerde
durduran
kuvvet!
Toprak bakır
gök bakır.
Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
Hay-kır
Haykıralım!
YOLDAŞIMIZ, MYK
ÜYEMİZ SERMİN ÖNER'İ
SEVİYLE VE SAYGIYLA ANIYORUZ.
TSİP PROGRAMINDAN:
KADINA ŞİDDET'E HAYIR
b) Dayak
ve her türlü yıldırma yöntemleri en ağır biçimde cezalandırılacak,
insanlık onurunu ayaklar altına alan, kadının kendi bedenini
herhangi maddi çıkar karşılığı satması kesin olarak önlenecek,
fuhşun tuzağından kurtulan kadınların onurlu bir yaşama kavuşması
için iş sağlanacak, fuhşun ve kadını aşağılayan diğer baskıların
nesnel koşulları ortadan kaldırılacaktır.
arkadaşa soru-görüş ve önerilerinizle ilgili mail gönderebilirsiniz
Turgut
KOÇAK:
VELİ
GÜRCAN
Veli
Gürcan yoldaşımız Isparta Lisesi’nde
öğrenciyken komünist olduğu gerekçesiyle
disiplin kuruluna verilmiş daha sonra da
okuldan uzaklaştırılmıştır. Lise son
sınıfı bu yüzden Afyon’da okumak zorunda
kalmış, liseyi bitirdikten sonra ise
İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümüne
girmiştir. Burada TİP üyesi olan Gürcan
daha sonra kurulan TİP’in gençlik örgütü
Sosyalist Gençlik Örgütü’ün (SGÖ)
yöneticisi olmuştur.
12 Mart faşizmi ile birlikte kapatılan
TİP’ten sonra ise daha sonra TSİP’i
kuracak olan bir grup arkadaşla birlikte
olmuştur.
İyi bir sokak tiyatrocusu olan Gürcan
Kavel direnişine de katılarak
direnişçiler için moral kaynağı
olmuştur. 12 Mart faşizminin yüzünden
son sınıfta öğrenimini bırakmak zorunda
kalan Gürcan, parti çalışmaları yüzünden
okula devam edip okulunu bitirememiştir.
12 Eylül sonrasında da çalışmaların
içinde yer alan arkadaşımız Filistin’de
de bulunmuş daha sonra Avrupa’ya gitmiş
ve kendi isteği ile yeniden Türkiye’ye
dönmüştür. Parti çalışmaları yüzünden
1985 Temmuzunda tutuklanmış ve bir süre
içerde kaldıktan sonra serbest
bırakılmıştır. Parti içinde başlayan
tartışmalarda yer almış ve görüşlerini
dile getirmiştir.
Son toplantıdan birlikte ayrılırken diğer
arkadaşlara ben; “bu parti kendi adıyla
yeniden kurulacak, ilke, kitle, Gerçek,
Sosyalist ve Gerçek yeniden çıkarılacak”
dedim. Gürcan’la sözleştik ve ölünceye
kadar kendisiyle sözleşmemizi bozmadık.
Bugüne kadar ne onun ne de bizim
birbirimizle ilgili sarfettiğimiz tek
kötü söze kimse tanık olmuş değildir.
Kendisi partimizin yeniden açılış genel
kurulunda delegemizdi ve genel
kurulumuzda kendisine yakışır bir
konuşma yaparak bize güç ve destek
verdi. Onu, insan olan Veli Gürcan’ı
unutmayacağız.
Değerli yoldaşlarım insan kimileri ile
öylesine güzel şeyler paylaşır ki,
bunlar ölünceye kadar unutulamaz. Benim
gerçekte Veli Gürcan’la paylaştıklarım
da böylesine unutulmayacak güzelliklerdi
ve bunları, bu güzellikleri korumayı
vefa borcunun çok ötesinde şeyler olarak
algılıyor ve sahip çıkıyorum.
Kendisini en son görüşüm Senirkent’te
yaşadığı bağ evinde oldu. Yaşadığı
sıkıntıyı oradan hemen uzaklaştırılması
gerektiğini biliyorduk. Çıkıp iki
partili bayan arkadaşla birlikte yanına
gittik. İki gün orada kaldıktan sora
üçüncü gün aramızda sözleşerek ayrıldık.
Biz oradayken Afer Kara ve çocukları da
geldiler. Onlarda Veli arkadaşı çok
severlerdi, şimdi düşünüyorum da keşke
onlar gelmemiş olsalardı diyorum. Çünkü
kendisiyle sözleşmiş işlerini düzene
koyar koymaz partiyi tüm Türkiye’de
örgütlemek üzere sözleşmiştik. Onlar
Veli Gürcan’ı ikna edip tatile
götürdüler. Oysa biz kısa bir süre sonra
bir araya gelecek ve birlikte parti
tarihini yazacaktık. Oysa Veli oradan
İzmir’e geçmiş bizden bir süre daha
zaman istemişti. Ne yazık ki zamanı uzun
sürdü ve bir daha geri dönemedi. Veli
Gürcan hastalanmıştı.
Oysa kendisiyle sözleştiğimiz üzere
Ankara’da ev bile hazırlamaya
başlamıştık. Çünkü kendisi artık
kimsenin evinde kalamayacağını
söylemişti bize. O görüşmeden bende
kalan unutamadığım şey abisinin eşinin
bize söylediğidir. Abisinin eşi bize ne
edin edin Veli ağabeyimi buradan götürün
demişti. Çünkü; Veli ağabeyim bağ evinde
yalnız diye düşündüğüm için bir kadına
düğürlük ettim o kadın da, “o aklını
yemiş adama mı kaldım’ diye beni geri
çevirdi demişti…
Kendisiyle son görüşmemse bir telefon
konuşmamız oldu. Cezamızın kesinleştiği
için aranır durumdaydık. O ise İzmir
Göğüs Hastanesi’nde neredeyse son
günlerini yaşıyordu. Bana kendi durumunu
önemsemeden “Yahu ağam nedir bu devletin
senden istediği” demişti. Sonra öldü
cenazesine bile gidemedim. Birkaç gün
sonrada Ankara’da düzenlenen bir
operasyonla tutuklandım.
O öldükten sonra kendisine TSİP’li ya da
değil pek çok çevre sahip çıktı. Ve
hatta mezarını bile yaptırdılar.
Gerçekte bu insanoğlunu anlamak çok zor.
O sağken kimsenin içtenlikle sahip
çıkmadığı Veli Gürcan her nedense birden
sahiplenilencek insan olarak görüldü ve
herkes orada görünmek için yarıştı.
Şimdi kızı Aslı’nın mezarı başında
söylediği “Babamın ne çok dostları
varmış” sözü nasıl da hüzünlendirici
değil mi?
Ve zaten bu işte her zaman için bir
gariplik olmuş, benim de aklıma hep
takılmıştır nedense. Tanıdığım bir çok
komünist kimseyi sağken her nedense
arayan soran olmamıştır ama öldükten
sonra kimi zaman salonlarda, kimi zaman
mezarı başında birileri anar olmuştur.
Burada kel ölür sırma saçlı olur, kör
ölür badem gözlü olur betimlemesi biraz
yerine oturan bir benzetme değil ama her
nedense bütün anmalar bu alışkanlıklar
içinde yapılıyor. Beni de asıl kızdıran
şey budur. Ama biz TSİP’liler olarak söz
veriyoruz Veli Gürcan yoldaşımızı kendi
emekleri ile anacak ve kendisin asla
unutturmayacağız.
Parti olarak Veli Gürcan’ın adını yaşatmak
için onun adına sayısız çalışmalar
yapacak olan eylemlilikler yürüteceğiz.
Bu konuda ilk işimiz Veli Gürcan’ın
adını verdiğimiz PARTİ OKULU olacaktır.
Onun adına bilimsel araştırmalar
düzenleyecek yazın alanında etkinlikler
düzenleyeceğiz.
Bu partide Veli Gürcan’ı herkesten çok
daha iyi tanıyan biri olarak onu gerçek
insanlığı ile döne döne anarak hakkında
düşündüklerimi bitirmek isterim.
Kimi insanlar vardır ki, devrimcidir. Ama
sadece devrimcidir. Onların
devrimcilikleri de soğuk demir gibidir
insanı asla ısıtmaz. İnsanı asla ta can
evinden sarıp sarmalamaz. Onlara bir
türlü ısınamazsınız, söyleyeceklerinizi
bile söylemekten çekinir ve hatta başka
dünyaların insanları olduğunuzu bile
düşünürsünüz. Bu gibiler çoğu zaman bu
durumlarına sayısız neden ileri
sürebilirler. Çoğu zaman da bu
davranışlarını disiplin adı altında
sürdürürler. Oysa gerçeklerin öyle
olmadığını küçücük bir sınama denemede
bile yakalar ve hayal kırıklığına
uğrarsınız.
Şimdi gelelim Veli Gürcan’a; bu
arkadaşımız ne adına olursa olsun o
sıcak, o kucaklayan insan yanını bir kez
bile olsun es geçmiş biri değildir.
Kendisine en ağır sözler söyleyen
kimseleri bile hoş görmekle kalmamış
onları Veli Gürcan sıcaklığı ile sarıp
sarmalamıştır. Veli Gürcan sıcaklığı
dedimse kimse bu da nasıl bir şeydir
deyip geçmemelidir. Gerçekten de onu
tanıyanlar benim bu tanımlamama hak
vereceklerdir. Bu nedenle bizim
partimizde yoldaşlar arasında sıcaklığın
adı da Veli Gürcan sıcaklığıdır. Bu
sıcaklığı ve insan davranışını her
yoldaşımıza karşı sonuna kadar korumak
Veli Gürcan arkadaşımıza bizim
borcumuzdur diye düşünüyor, attığımız
her adımı buna göre atıyoruz.
Şimdi o yok. Ama onunla birlikte
biriktirdiğimiz bütün değerler bizim
için yeri doldurulamaz önemde birer
hazinedir.
Gürcan’ın babasını da iyi tanıyan biri
olarak Veli Gürcan’daki güzelliklerin
kaynağını çok iyi biliyorum.
Her ikisini de bu nedenle bir kez daha
yürekten anmayı bir görev sayıyorum.
Behice Boran:
'Sosyalist Doğulmaz, Yaşanır'
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’ndaki
duruşmada hakim karşısına çıkarıldı.
DİNLENE
DİNLENE...
Hakim sordu: Çıktınız mı?
-Çıktık.
-Ne yapacaktınız?
-Taksim’e doğru yürüyecektik.
-Peki neden çıktığınız?
-1 Mayıs emeğin bayramı, mücadele günüdür.
Biz de o sınıfın partisiyiz, çıktık.
-Nereden çıktınız?
-Merter’den çıktık.
-Nereye gidecektiniz?
-Taksim’e.
-Merter neresi Taksim neresi, uzun yol;
siz yaşlısınız nasıl gideceksiniz?